14 Şubat 2014 Cuma

Kim Korkar Kırmızı Başlıklı Kız’dan?

 

by YILDIRAY on 05/01/2011
Bize sık sorulan bir soru var: “Klasik masalları çocuklarımıza okumalı mıyız?” Klasik masallarla ilgili kaygılar çoklukla içerdikleri “şiddet” nedeniyle ortaya çıkıyor. Mesela, aşeren karısı için birkaç çilek yürüten adamın cadıyla yaptığı pazarlık sonucu tutup çocuğunu teslim etmesi, üvey anne tarafından avcıya teslim edilen ama ölmediği ortaya çıkınca zehirli elma marifetiyle infaz edilen Pamuk Prenses, ormanda kaybolup da pastadan evle kandırılarak kafeslenen ve semirtilen çocukların kurtulmak için cadıyı fırınlaması… Uzar gider bu liste. Doğru, andığımız olaylar “şiddet” içeriyor. Bunların “gerçekten” yapıldığını düşünmek bile tüylerimizi ürpertiyor. Peki ama sizce de bir tuhaflık yok mu? Kurdun büyükanneyi “gerçekten” yediğini düşünelim. Kurtlar sürü halinde avlanan ve avlarını parçalayarak yiyen/paylaşan canlılardır. Oysa masaldaki kurt büyükanneyi bütün yutuyor. Yetmezmiş gibi, avcı gelip de kurdun karnını yarınca canlı ve bütün çıkıyor. Bilinçli halimizle tanımladığımız “gerçekle” hiçbir ilgisi yok. Zaten bu masalların ortaya çıktığı zamanlarda yaşayan, her çalılığın arkasından kurt çıkma ihtimaliyle yüz yüze olan insanlar kurtların da, diğer hayvanların da nasıl yaşadığını, avlandığını bizden daha iyi biliyor olmalılar. Öyleyse sorun bizim, bugünün insanlarının, bir kurdun yalnız avlanmayacağını, avını bütün olarak yutmayacağını unutmuş olmamız olabilir mi? Öyleyse bu masal, altında başka anlamlar yatan sembolik bir ifade olabilir mi? Bizim bugünkü aklımızla, bilincimizle “şiddet” yüklü bulduğumuz olaylar insanların ortak bilinçdışı derinliklerinde anlamını bulan ifadeler olabilir mi?
Bu mesele her önüme çıktığında bocaladım, ne yanıt vereceğimi bilemedim. “Belki de klasik masalları kendimizce değiştirerek okumalıyız,” diye düşündüm bir süre. Ama kendimi düşününce, bu masalları okuyan çocuk halimi düşününce, “değiştirerek okuma” fikrinden de tatmin olmuyordum. Ben nasıl etkilenmiştim bu masallardan? Ne bu masallar yüzünden kâbuslar gördüm, ne de şiddet eğilimli biri oldum. Öyleyse?
Şimdilik bu konuda kesin bir tavrım yok. Konu hakkında okumaya devam ediyorum. Kendimi en yakın hissettiğim görüş, yazının sonuna eklediğim, fantastik ve bilimkurgu edebiyatın usta yazarı, çağdaş masal anlatıcısı Ursula K. Le Guin’in görüşü. Bu yazının asıl konusuysa, bildik bir masala başka bir açıdan bakan enfes bir kitap: “Kim Korkar Kırmızı Başlıklı Kız’dan?”
Yavru kurt tek başına dolaşmaya ormana gitmek ister. Endişesini belli etmemeye çalışan anne kurt yavrusunu karşısına alır ve tek başına ormanda dolaşmaya hazır olup olmadığını anlamak için ona bazı sorular sorar. Yavru kurt, aklı başında, cin gibi, efendiden bir yavru kurttur ve her soruya annesini rahatlatacak bir yanıt vermeyi başarır: Yavru kurt Kırmızı Başlıklı Kız ve avanesinden uzak durmayı başaracak donanıma sahiptir.
Masal kısa, ritmik ve kafiyeli cümlelerle yazılmış. Sesli okuması rahat ve zevkli. Çocukların pek sevdiği tekrarlar da yeterince yer bulmuş. Metnin en önemli özelliği, “Kırmızı Başlıklı Kız” masalından aşina olduğumuz olaylara bir de yavru kurdun gözünden bakmamızı sağlaması. Bunu birçok açıdan değerli buluyorum. Her şeyden önce, yazının girişinde ve sonunda yer bulan tartışmalı konuyu başka bir açıdan yeniden düşünmek için mükemmel bir zemin sağlıyor. Milyonlarca kere aynı biçimde anlatılarak kalıplanmış bir masalı bir kez daha kurcalamamızı sağlıyor. “Kırmızı Başlıklı Kız” masalıyla birlikte, bir tür antidot gibi alındığında; iyi – kötü kavramlarını, kalıpyargıları yeniden gözden geçirmemizi sağlıyor. Kurt karakterinin yerleşmiş kötücül imajını bir kenara bırakmamızı ve kurdun bizim gibi, hatta bizden biri bile olabileceğini gösteriyor ki, tam bu noktada, Ursula K. Le Guin’den yaptığım aşağıdaki alıntının önemi ortaya çıkıyor. Ha, bir de “Karda Ayak İzleri” adlı kitabın kahramanı olan kurdu çağrıştırıyor belki ama buna çok kapılmayın. İki kitaptaki kurtlar birbirlerinden çok farklı. “Karda Ayak İzleri” kitabındaki kurt, ne kadar çabalasa da alışıldık kurt karakterinden çıkmayı başaramıyordu. Bu yazının konusu olan kitabın kurtlarıysa zaten alışıldık kurt karakterinin dışındalar, hatta Kırmızı Başlıklı Kız yüzünden mağdur durumdalar.
Kitabın resimleriyse ayrı bir macera! Tiplerin, mekânların, eşyaların, bitkilerin sevimliliğinden mi söz etsem, ayrıntılardaki sevimli şakalardan mı? Beni güldüren bir deyiş vardır. Güzel bir sofra ya da güzel bir manzara karşısında, “Tablo gibi,” deriz. İşte bu resimler tablo gibi, gerçekten. Kompozisyonuyla, renk ve ışık dengesiyle, dolu-boş etkisiyle vs. çocukların estetik algısına büyük katkı sağlayacak resimler bunlar. Kitabın bir sayfasını önünüze açıp uzun süre aynı resmi inceleyebilirsiniz. Anne kurdun kucağındaki “Çalıkurdu” adlı kitap gibi bir sürü güzel ve eğlenceli ayrıntı sizi bekliyor.
Metniyle, resimleriyle, grafik tasarımıyla, baskısıyla, cildiyle… “Kim Korkar Kırmızı Başlıklı Kız’dan?” çok iyi hazırlanmış bir kitap. Üstelik ithal, daha doğrusu çeviri değil, yabancı yayınevleriyle ortaklaşa Çin’de bastırılmış değil. Yazarı Sara Şahinkanat, çizeri Ayşe İnan Alican, yayınevi Kır Çiçeği Yayınları. Doğal olarak, “Kim Korkar Kırmızı Başlıklı Kız’dan” 2009 yılında, Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği tarafından verilen “Yılın En İyi Resimli Öykü Kitabı” ödülünü de almış.
“Kim Korkar Kırmızı Başlıklı Kız’dan?” masalında şiddet var mı sizce? Doğrudan bir şiddet yok ama dolaylı olarak var. “Kırmızı Başlıklı Kız” masalını bilen herkes, “Kim Korkar Kırmızı Başlıklı Kız’dan?” masalının neyi ima ettiğini, anne kurdun yavrusunu ne tür şiddet davranışlarından korumaya çalıştığını bilir. Yani ikinci kitap, ilk kitaptaki şiddeti atıflarla çağrıştırıyor. Bu noktayı belirtmemin nedeni şu: “Klasik masallar çok şiddet içeriyor, çocuklara okumalı mıyız?” sorusuna verecek kesin bir yanıtım yok, belki de hiç olmayacak. Ama, “Çocuk kitaplarındaki, filmlerindeki ve oyuncaklardaki “şiddet” içeriğiyle ilgili dikkat etmemiz gereken nedir?” sorusuna, Nilay Yılmaz’la bir yazışmamızdan alıntı yaparak yanıt verebilirim: “… önemli olan nokta, bu masallarda neyin olumlandığı ve çözümün nasıl verildiği… mutlu son olmak zorunda değil ama illaki umutlu bir son olmalı çocuk kitaplarında.
Siz ne düşünüyorsunuz?
Hamiş 1: Nilay Yılmaz’ın “Toplumsal Şiddetin Çocuk Yazınındaki Kökenleri” başlıklı yazısını okumanızı öneririm.
Hamiş 2: Ursula K. Le Guin’in deneme ve makalelerinden Metis Yayınları tarafından derlenmiş bir seçki olan “Kadınlar, Rüyalar, Ejdehalar” adlı kitaptaki “Çocuk ve Gölge” adlı yazıda Le Guin çocukluğunda okuduğu bir Andersen masalından söz eder. Le Guin, çocukken bu öyküden nefret etmiştir ama dönüp dönüp okumaktan kendini alamamıştır. Der ki, “…On yaşındayken kesinlikle akılmış, baskıymış gibi şeyler aklıma gelmezdi. Eleştirel araçlardan, eleştirel mesafeden yoksundum, hele düşüncemi sürekli kılma gücüm şimdikinden çok azdı. Bilinçli zihnim ise şimdiki kadar geniş değildi. Ama şimdiki kadar, hatta daha fazla bilinçdışı zihnim vardı ve belki de onunla şimdi olduğundan daha iyi bir ilişki içindeydim. Ve öykü de işte buna, içimdeki bilinmeyen derinliklere sesleniyordu; ona cevap veren, onu sözel olmayan, akıldışı bir biçimde anlayan ve ondan öğrenen de işte bu derinliklerdi.” Ardından, psikolog Carl Gustav Jung’un koyduğu işaretleri izleyerek ruhumuzun aydınlık ve karanlık taraflarına dikkati çekiyor. Ruhumuzun karanlık tarafını reddetmenin, gölgeyi yok saymanın gerçek dünyada yaşamayı zorlaştıracağını, suçu hep başkalarında arayan tiplere döneceğimizi belirtiyor. Diyor ki, “Bilince kabul edilmeyen gölge, dışarı, ötekilere yansıtılır. Benim bir kusurum yok – sorun onlar. Ben canavar değilim, diğerleri canavar. Tüm yabancılar kötüdür. Tüm komünistler kötüdür. Tüm kapitalistler kötüdür. Ama kedi tekmeyi hak etmişti Anneciğim. (¶) Eğer gerçek dünyada yaşamak istiyorsam, bu yansıtmalarımdan vazgeçmek zorundayım, nefret edilesi olanın, kötünün içimde olduğunu kabul etmeliyim. Bu kolay değildir. Suçu başkalarına atmamak çok zor. Ama buna değer. Eğer birey, diyor Jung, ‘kendi gölgesiyle hesaplaşmayı öğrenirse, dünya için gerçek bir şey yapmış olur. Günümüzün devasa, çözülmemiş toplumsal sorunlarının hiç olmazsa minicik bir parçasını sırtlanmayı başarmıştır.’” “Kadınlar, Rüyalar, Ejdehalar”, Ursula K. Le Guin, Metis Yayınları, Mayıs 1999 (Birinci basım), İstanbul, “Çocuk ve Gölge”, sayfa: 30-41
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder