Yazmak… Nereden başlamak gerektiğini bilmediğim ve en sonunda ne olursa yazmayla karar verdiğim altı ve üstü boşluk olan eylem. Yazılanları çok okudum ve şöyle düşündüm
herkesin ne kadar çok anlatacağı şey varmış. Bunları acaba nasıl bir araya getirdiler ve süslü cümlelerle beni etkilediler? Benim anlatacağım hiç bir şey yok muydu? Hâlbuki ki bana var gibi geliyor.
Susmak…
Kafamı kurcalayan başka bir eylem… Nasıl bir eylem bu ya! İçerisinde bu kadar
durağanlık ve pasiflik barındırırken nasıl adına eylem denilmiş? “Susmak”
hareketsizlik değil midir?
Biriktirmektir.
Nasıl çamaşırları üst üste katlayıp istiflersin, bir tişört, bir kazak, bir
pantolon daha daha daha derken en sonunda o düzgünlük anıtı gibi yükselttiğimiz
susmak kulesi yıkılır ve bir “yığın” olur. Evet, “yığın” güzel bir kelime oldu.
Bence bundan sonra susmaya “yığın” denmeli. Sustukları yığılmamış kimse var mı
acaba? Birer yığın çuvalı olarak dolaşıyor insanlar sokaklarda. Ağır bir çuval…
Hepimizin sırtını kamburlaştırmış, bir başka bahara ertelediğimiz… Ertelemek
zorunda kaldığımız ya da kendimizi zorunda hissettiğimiz… Nasırlı sırtlarımızı
kaşıyanlar ve okşayanlar var bir de. Hangisi daha insancıl ve hangisi daha
acımasız? “Okşamak” iyilik midir karşımızdaki için her zaman? Bazen elinizden
bir şey gelmez, hayat denen bir makine var. Sizi bir deliğinden fırlatıyorlar
içeri. Tam alıştım, deniyorum, yapıyorum derken istemeden atıldığınız bu yerin
öbür deliğinden çekip alıyorlar. “Ben çok mutluyum, ben istediğim gibi
yaşarım.” ninnilerinin içinde derin uykuya yatanlarla birlikte yarı uyanık
sersem sersem dolaşıyorsunuz.
Biraz daha yazarsam dayanamayıp her şeyi anlatacağım. Susmak
en iyisiydi bence. Biriktirmek… Benim sadece benim olan yığınlarım… Yığınlar
biriktireceğim nice güzel günlere…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder